31 Ağustos 2011 Çarşamba

BİR BİLSEM

bugün size kafiyeli cümleler kuramayacağım.size yazımda öğüt de veremeyeceğim.hatta sizin parçanın içine sakladığım gizli ve derin anlamları bulmanız için yırtınmanızı da sağlamayacağım.ben bu gün pek bir şey yaptırmayacağım size ben de yapmayacağım.sadece yazacağım.klavyeyle.çünkü kağıt ve kalemi elime aldığım zaman içimdekiler satırlara dökülmüyor.ama şimdi sadece bilgisayarın ışığı ve klavyemin sesiyle huzur buluyorum.kafamdaki düşünceler akıp gidiyor..uyumak istiyorum uykum gelsin istiyorum ama gözlerimde tek bir damla uyku yok.yaramaz çocuk gibi çevreme bakınıyorum..ama oyalanacak bir şey de yok.ben yazıyorum size.okuyun diye.laf kalabalığı yapıyorum;çok görünsün diye.ve şuan gerçekten saçmalıyorum ve itiraf ediyorum canım sıkkın nasıl kafamı dağıtacağı bilmiyorum.yardım edin dostlar..

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yalnızlık

Çaresiz bir yalnızlıktı benimkisi.
Yalnızlığın çaresi var mıydı ki sanki?
Sahi, yalnızlığa çare bulunmuş mudur ki?
"Her şeyin çaresi vardır." diyenler,
Yalnızlığı tatmış mıydı bir gün dahi?

26 Ağustos 2011 Cuma

Hayat Yaşanılasıdır

Hayat monoton, sıradan, tekdüze...Sen ne kadar gülsen de, bir siyah beyaz fotoğraf kadar renksiz ve hüzünlü.Belkide siyah beyaz fotoğraflar sadece bana kasvetli gelir, bilmiyorum...Hayat birbirine yaslanmış en fazla iki kattan oluşan evlerin aralarındaki daracık sokaklarda sabahtan akşama kadar oynayan çocuklara eğlenceli.Yine o dar sokaklarda sahurlara kadar demli çaylarıyla sohbetin belini kıran insanlara güzel.Hayat ayda bir köyden babasıyla şehre geldiğinde horoz şekeri aldıran çocuğa tatlı.Hayat sabahtan akşama kadar ailesinin rızkını kazanmak için sıcağın alnında çalışana yaşanılası.Çocuğunun cinsiyetini öğrenmek için ultrason sonucunu bekleyene heyacanlı.Eğer o siyah beyaz efekti hayatınızdan kaldırmak istiyorsanız gülümsemeniz yetmez; çünkü hayat başkalarını gülülümsetebilene renkli.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Hepsi Bu

Bugün ben alnımı yardım ya da alnım kendi yarıldı,  korkarım bunu asla bilemeyeceğiz. Sonra alnıma dikiş attılar. Özetle bugün, bir yaz günü en güzel şekilde nasıl geçirilebilir sorusuna tatmin edici cevaplar verdim.

Özendiğim bir insan kümesi var, böyle yaralanma, düşme; kan, yara, çizik olaylarını çok normal karşılayan insanlar. Ne zaman böyle bir insan görsem hiçbir şey demedim fakat şimdi diyorum ki: gerçekten kocaman zamanları olmuş. Ben yaralandım ya bugün bu bana ancak bir dahaki senede "seneye de giyersin" denilerek alınabilecek bir gömlek kadar büyük geldi. Halbuki ufacık bir şey, cidden, fakat; hani yıllarca ciğerleriyle dost bir adam bir gün sigaraya başlar, durumu hiç de iç açıcı olmayan bir durumdur ama adam sevinçlidir, böyle mutluluk dese abartı sevinç dese tam oturmuyor kıvamında bir duygu olur ya içinde, bende de öyle bir şey var. Alnım yarıldığı için, dikiş atıldığı için, pansuman yapılacağı için, dikişler alınacağı için ve bu süreçte acılar ve ağrılar az da olsa olacağı için o bahsettiğim tatlı duygu var içimde. Yanılmıyorsam Dostoyevski, Yeraltından Notlar'ında buna yakın bir şeyden bahsediyordu: kendi hastalıklarıyla övünmek. Fakat tam da bilemiyorum o kitabı hiç bitiremedim. Ne bileyim, daha beni arı sokmadı, serum desen iki oldu, işte bir de dikiş var, iğneler oldu biraz yine ama söylemek istediğim, canım çekmiyor değil bunları. Hani bu kadar ter döküyorum burada da bağlamak istediğim yer şu: hakikaten zamanım olmamış.
Bu yaşa gelene kadar düşünecek çok zamanım oldu. Evet, fakat bunu bir övünç öğesi olarak söylemiyorum. Düşündüm dediysem tefekkür ettim demedim. Hayır, neyi düşündüm diye düşünüyorum, bak yine düşünüyorum. Ayrıca ben çok değiştim okuyucu. Çok yani, miktar olarak. Hani bir söz vardır değişimle ilgili bilir misin? Evet evet o / Neyse boş ver ben de unuttum.
Kusura bakma bu arada ben amatör bir egoist gibi boyuna kendimden bahsediyorum fakat burası benim dünyam, karşımda kimse yok, okur denen bir duvara anlatıyorum ben bunları diye varsayıyorum. Sen sakın alınma okuyucu, sen duvar değilsin ama ben varsayım yaparım. Ve ben seni rahatsız etmek de istemem. Eğer rahatsız olduysan -sebebi önemsiz- bu yazıyı okumayı burada kes, yazının başına dön, üç cümle oku ve bittiğini varsay -bu tekniği tüm yazılarımda kullanabilirsin-. Evet kendimden bahsetmek diyordum fakat ben okur tanımını yaparken, yazar tanımını yapmadım. Yazar nedir? Yazar, 'duvarların dili olsa da konuşsa' duasının kabulünden sonra dillenen duvarların kendi kendine konuşmalarını havada taşıyan hava zerreleridir. Hatta ek iş olarak da dillenen duvarların ses yansıtıcılığını yaparlar, kah duvar olarak, kah duvar olmayarak, tek fark, onlar dilsizdirler. Neyse hani bahsetmek kendimden yeniyetmebiregoistmişçesinefilan... İnsan, sevdiğinden başkasına neden kendinden bahsetmek ister ki, değil mi? Neden kendimden bahsetmek mi? Sebebi belli olmuyor mu? Burada bir adam, Raif Bey'ce ölmek istemiyor, hepsi bu.

Böyleyken böyle aziz okuyucu. Anna'ya ayıp ederek esirgeyen ve bağışlayan Rabbin adıyla başlayamadık yazıya. Ama Anna adına Rabbimden, esirgeyen ve bağışlayan Rabbimden, isyan ettirecek acıları def, terakki ettirecek acıları gergef etmesini istiyorum. İsteyen buyursun.

" O Gün .. "


Biliyorum.. Birgün karşılaşacağız yine.. Sen gözlerini kaçıracaksın suçlu suçlu.. Ben yüzüne bakacağım yılların özlemiyle. Belki selam vereceksin. Nerde ne yaptıgımı , senden kalan yaraların iyileşip iyileşmediğini merak edeceksin .. Pişmanlıklar , yaşanmamışlıklar , yaşanmaya cesaret edilememiş , fırsat bile verilmemiş duygularını hatırlayacaksın.. “ Keşke “ diyeceksin benim şuan dediğim gibi .. “ Keşke zamanı geri alabilsek ..” Ama öyle bir şansının olmadığını bileceksin.. Çünkü zaman geçtikten sonra anlarmış ya insan elindekilerin kıymetini.. Sende o zaman anlayacaksın işte..
Belki diyorum işte. İçimde hep bir umut... Seninle tekrar karşılaşmanın umudu... Karşılaştığımızda sana söyleceğim o iki çift lafın umudu. Ne güzel söylerdin “ Eğer gerçekten seviyorsak Allah seni çıkarır karşıma “ diye. İnşallah diyorum şimdi o günü görmek için. İnşallah çıkarsın karşıma...

14 Ağustos 2011 Pazar

Hiç Gerek Yok

Bir kuş kanadında
Nasa üs kurmuş olabilir
Günümüzde
Menümüze sofra kurmuş olabilir
Bir renkli cazibeli ayçoktatlı zehir
Ağızınız sulandı.

Ve hayat güzeldir.

Hayır sen evet sen hayır
Bulamadığın damar borç ister
Bir işçi yere çay döker ve
Köpüklü kahveler
Onun sesi bunun sesidir
Aziz-i mir'im

Hayat güzeldir.

Çingene güzel güler heyete
Keder et de
Acılar yanana kadar kül olsun
Deme öyle yine de sen
Bak evlat nasihat istersen:

Hayat güzeldir.

Nerede o eski molozlar
Ulan demagoji desen bu ne müsemmalık
İsmiyle cismiyle kime yakın
Ona uzak
Bebeklerin parmakları kenet kenet

Hayat güzeldir.

Kalp kalbe kalb kalpe
Dema öyle dema
Sen bi goji bana ben kap gel
Bilirsin
Altı yüz altmış altının da avradını
Tembihle de bize kulak bildirsin
Bak dostum enstitüden fayda beklersen:

Hayat cidden güzeldir.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Tilki-Kürkçü Hesabı

Yalvarmayacaksın kimseye.
"Ne olur gitme" demeyeceksin mesela.
Eğer gitmek istiyorsa bırak gitsin.
Hatta bırakmakla da kalma!
"Defol git" de mesela.
Gidecektir...
Ama emin ol geri gelecektir.
Çünkü;
İnsanlar sevgi gördüğü kişileri terkeder hep.
Ama dönüp dolaşacağı yer yine onların yanıdır.

Çünkü insanlar, tükürdüklerini yalamayı hep sevmişlerdir...

12 Ağustos 2011 Cuma

.

Birileri vardı hayatımda.
Gölge gibiydi bazıları...
Benim için vardılar, onlar için yoktum.
İzleri vardı ama kendileri yoktu...

Değerlerime...

Hayatıma giren her insanı sevdim ben.
Kimi sevgilim oldu, kimi arkadaşım, kimi dostum...
Kimi annemdi, kimi babam.
Ama bazıları oldu ki;
Canımdan çok sevdim onları.
Bir gün beni bırakıp gidecekler diye ödüm kopardı.
Onların yokluğunda benim de yok olacağımı bilirdim...

Gidenler çok oldu hayatımdan.
Hepsini de severdim.
Ama bazıları vardı ki;
Onlar gittikçe ben bittim,
Ben kahroldum, ben yıprandım, ben tükendim...

Kalanlar da vardı hayatımda.
Ama bazıları öyleydi ki;
Ben git desem de gitmediler...
Hep sevdiler beni;
Benim onları sevdiğim gibi...
Onların beni hiç bırakmayacaklarını bilirdim.
Ben var oldukça yok olmayacaktı onlar!
Ben yok olmaya başladıkça onlar var edecekti beni.

İşte o bazıları,
Hayatımda hep kalacak olanlar;
Sizler iyi ki varsınız!
Ve siz yok olmadıkça
Ben hep var olacağım.

Hepinizi çok seviyorum...

Eski Sevgiliye Mektuplar-II

İnsan bir kere sevince bir daha sevmeye korkuyor, istiyor gerçekten çok istiyor; sevmeyi, yine sevilmeyi… Fakat korkuyor. Yine köpek gibi sevip it gibi hor görülmekten çok korkuyor!

Ahh, beni anlayabilseniz keşke. Sizleri neden sevemediğimi... Hak etmediğiniz için değil de korktuğum için sevemediğimi görebilseniz. Ben bir kere sevdim, çok sevdim… Köpek gibi sevdim… O kadar güzeldi ki sevmek ve hatta sevilmek… Daha doğrusu sevildiğini zannetmek… Ve o kadar da acıydı ki o gittikten sonra aslında hayatın o kadar da güzel olmadığını görmek… Kendini kaybetmek… Ve artık ruhumda kendimden tek iz olmayışı… İçimin hep onla dolması… Artık ben diye bir şeyin kalmaması! Daha sonra tekrar kendimi bulma çabaları… Ne kadar uğraşırsam uğraşayım onu içimden atamayışım… Seneler geçmesine rağmen hala onu yaşatmam… Kimi zaman gerçekten ben, kimi zamansa sadece onun eseri olmam...

Bu yüzden kızmayın bana sizi sevmiyorum diye! Gücenmeyin. Sevmiyor değil, sevemiyorum! Onu o kadar çok sevmişim ki içimde başkasına verilebilecek sevgi kalmamış! O kadar çok korkmuşum ki sevmekten; sevmeye cesaretim kalmamış!...

Eski Sevgiliye Mektuplar-I

Ne arkadaş, ne dost, ne sevgili… Ne çektiğim sigara, ne içtiğim kadeh. Fayda etmedi hiçbir zaman içimdeki boşluğu doldurmaya. Her yolu denedim inan hayatımdan çıktığından beri. Ben çare aradıkça daha da büyüdü sanki. Seni hayatımdan, kalbimden sökmem için birçok sebep var… Ama anlayamadığım, hala kendimi sorguladığım tek şey var senle ilgili… Neden? Neden bu kadar çok sevdim seni? Ne farkın vardı da bu kadar tutuldu kalbim, ruhum sana? Yıllar geçmesine rağmen her sabah uyandığımda neden ilk sen geliyorsun aklıma? Nedir seni bana unutturmayan şey! Aşk mı? Ah hayır. Aşktan da öte olmalı benimkisi! Aşk; benim hissettiklerimin, yaşadıklarımın yanında çok basit kalmıyor mu? Görmeden, sesini duymadan, varlığından bir haber geçen onca sene… Aşk için biraz fazla değil mi bunlar? Elimde tek bir fotoğrafınla seni yaşatmam aşktan da fazlası değil mi? Beynimde kalan birkaç anıyla ruhumda hala seni yaşatmam aşka ağır gelmez mi?

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Vakit Cuma Üstüm Yağmur

Rabbim zikrettiğim duaları
daha makbul anlara saklıyorum
yağmur vakti
cuma sonrası
yahut bir cuma vakti yağmur altında

nereden gireceğimi nereye varacağımı
hiç bilmiyorum

biz zulüm görmedik ki adamakıllı
beddua etmeye yüzümüz olsun
biz çoğu zaman susanlardan
belki zalimlerdeniz

zalime dua
kavlime beddua yakışmaz 

egoist kalmayayım diye
yalvarsaydım şimdi yahut
bir cuma vakti yağmur altında
uzun lafın kısası Rabbim
bütün egoistler bana uzak
sana yakın olsunlar
çünkü mütevazıların şehrinde
mantıken de egoist kalınmaz

Rabbim senden
minimum kimseye muhtaç olmayacak kadar
maksimum zekat verme sınırında
rızık istiyorum
fazlası kapitalist ediyormuş adamı
çokları paraya tapıyorlar
görüyorum

Rabbim insanlar senden başkalarına güveniyorlar
güvendikleri dağlara -özür dilerim-
güvendikleri taşlara
karlar yağsın
sonra güneş açsın
ve bu milyonlarca yıl sürsün
insanlar görsün
yıkılışlarını da
kumdan kalelerinin

Rabbim insanlar hiç de uyumuyorlar
herkes gayet uyanık
uyku sersemliği falan da yok
heyhat
çıkarlarını uykuya tutturuyorlar.

7 Ağustos 2011 Pazar

Yok

Yine oldu gece bitti gün , yine sensiz, yine sessiz..Evet sen yoksun hayatımda olman da gereksiz. Oldun da ne oldu sanki ? Yine dertsiz, yine tasasız..Sadece etrafıma gülücükler saçıyordum. Hayatı daha çok seviyordum sen olduğun için. Ve beklemek yoktu. Gelmiştin..Geç de olsa gelmiştin . Sen kırık kalplerin mimarı , sen asla geri dönmeyecek gemilerin kaptanı , masallardan düşen üç elma , harflerimdeki kelime , kelimelerimdeki cümle , cümlelerimdeki eserdin.Nefeslerimi daha anlamlı alıyordum her geçen gün.Türlü türlü hayaller kurdum ve olmasını her şeyden çok istedim. İstemese miydim ? Belki çok seviyordum belki çok değer veriyordum. Belki değil çok. Çok seviyordum çok özlüyordum çok güveniyordum. Çok çok çok ! Hepsi çok. Sen bende çoksun, ben sende yok…

Sonunda yoruldum. Yanlış anlama ama. Seni ya da seni sevmekten değil asla. Bir harfinden bin mana çıkarmaktan yoruldum. Bir bakışına dünyaları veripte verdiğimle kalmaktan yoruldum.Ve bırakıyorum. Çünkü; hep bir şeyler eksik hep bir şeyler fazla. Çünkü; sen bende eksiksin, ben sende fazla…

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Adsız

Yine bir akşam, yine sensiz, yine sessiz..Evet sen yoksun hayatımda olmanda gereksiz. Oldun da ne oldu sanki ? Yine dertsiz, yine tasasız..Sadece etrafıma gülücükler saçıyordum, ayaklarım yerden kesiliyordu. Hayatı daha çok seviyordum sen olduğun için. Ve beklemek yoktu. Gelmiştin..Geçte olsa gelmiştin . Sen kırık kalplerin mimarı , sen asla geri dönmeyecek gemilerin kaptanı , masallardan düşen üç elma , harflerimdeki kelime , kelimelerimdeki cümle , cümlelerimdeki eserdin.Nefeslerimi daha anlamlı alıyordum her geçen gün.Türlü türlü hayaller kurdum ve olmasını her şeyden çok istedim. İstemese miydim ? Belki çok seviyordum belki çok değer veriyordum. Belki değil çok. Çok seviyordum çok özlüyordum çok güveniyordum. Çok çok çok ! Hepsi çok. Sen bende çoksun, ben sende yok..

Ama artık yoruldum. Yanlış anlama ama. Seni yada seni sevmekten değil asla. Bir harfinden bin mana çıkarmaktan yoruldum. Bir bakışına dünyaları veripte verdiğimle kalmaktan yoruldum..Ve bırakıyorum. Çünkü; hep bir şeyler eksik hep bir şeyler fazla. Çünkü; sen bende eksiksin, ben sende fazla..

Bilinçaltından Bilince Giden Yoldan Toplananlar

I.
Yamalı kıyafetler giymiş bir adamım. Uzaktaki uzak akrabalarımdan ve yakındaki yakın dostlarımdan her gün mektuplar geliyor. Her zarfın içinden bir takvim yaprağı çıkıyor. Her takvim yaprağında ismim var. İsmim sadece takvim yapraklarında var. Yerim, yurdum yok. Biliyorum, postacı her mektubumu benden önce okuyor. Onlar mektup attıkça ister istemez yaşıyorum. Yaşamak diyorum buna, yani Titanik'e binip de Rose'a tutulmak gibi bir şey. Ben parça parça filikalarımla kendimden kaçarken, gelen mektuplar ceplerimle birlikte yamalarımı da perişan ediyor. "Yerle yeksan." yazıyor postacının sırtında.

II.
İnsan her şeyi ancak, Işıklar Şehri'nin tahtına bir gece vakti oturduğunda unutur. İnsan acıyı sadece göğe bakıp da yıldızları göremediğinde tadar. Sır karşıtı bir oluşumun oyunlarıyla gizlenen yıldızlar; oyunlarla akan, akıtılan yıldızlar... Koskoca yıldızlar akar da, o illet akmaz mı? Akar, hem de bir nehir gibi. Her yüzenini önce suya batırıp çıkartmalarla, sonra boğuk bir ölümle mühürler. Bütün sular istilacıdır, yağmacıdır. Günbatımını görmüş ya da görmemiş onun için fark etmez. Onun her yolcusu en fazla son durakta iner.

III.
"Neden?" bilinmezleri,
"Madam?" sorulmazları,
"Ben geldim." açmazları,
"Hayırlı günler teyzeciğim." çıkmazları...
Hepsini odama poster yaptım, tek tek rüya edeceğim.

5 Ağustos 2011 Cuma

Bakkaldan İki İroni Kap Gel

Zaman gösterdi ki insanlar ironi denen illeti bilmiyorlar. Sonra suç bize kalıyor. Derdimiz mi? Elbette hayır fakat; derdiniz, evet. "İroni nedir ve neden ironi?" deyu bir kaç cümle yazmak hevesinde bulundum. İroniden anlamayan nesil olmamak ve size aşina olmayan insanlarla karşılaşmamak için okuyunuz.

TDK Büyük Türkçe Sözlüğü'nde ironi "Gülmece. Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme. Alaysılama." anlamlarına gelmektedir.

"İroni, soğukkanlılığı neredeyse muhteşem bir anlamdır: sanat anlamının ta kendisidir, her şeyi tasvip etmektir ki bu nedenle de her şeyi inkar etmektir: günlük güneşlik, her şeyi birden kapsayan parlak bir bakıştır, yani sanat bakışıdır, yani en yüksek özgürlüğün, sükunetin ve ahlakçılıkla bunalmamış bir gerçekliğin bakışıdır. Bu, Goethe'nin bakışıydı, - o Goethe ki ironi hakkında unutulmayacak tuhaf sözü söylemiştir: 'İroni, sofraya konanları yenecek hale sokan bir tutam tuzdur." (Thomas Mann)

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ahir Zaman Aşkları

-bende İlahi aşka ulaşmak istiyorum.

-ama önce beşeri aşktan geç!

-nasıl olacak o iş?

-ilk olarak kendine bir eş seç!

-cinsiyet fark eder mi?

-!!!

neyse kendimce güzel bir eş seçtim

cesaretimi toplayıp karşına geçtim

ama bir şey eksik gibi ya

kız yoksa ağma mı?

yok canım başkalarını görüyor da…

aman Allah'ım yoksa görünmez felan mı oldum?

o kadar uğraştım da yüzüme bile bakmadı

sevgili edinmek düşündüğümden de zormuş

bu tarafa bakacak da

beni fark edecek de

fark etmekle kalmayıp üstüne üstlük benden hoşlanacak da

bende onun benden hoşlandığını anlayıp ona teklif edeceğim de

eğer ki o da teklifimi kabul ederse sevgili olacağız da

sonra birbirimizden ayrı düşeceğiz de

aşk acısı çekeceğiz de

sonra da ben aşkın mertebelerinde yükseleceğim…

hele bir de sevdiğin popülerse de’ler da’lar bitmez

zamane aşkları dedim ya azizim beş para etmez

ömrü de çok kısadır, bir ay ya gider ya da gitmez

devran bozulmuş bi kere düzeltme gücümüz yetmez

beşeri aşkı yaşamadan neden sana ulaşamam ey Yaradan?

yoksa, önce anlamalı mıyım aşkın kalpte açacağı yaradan?

üstadım şu ahir zaman da,

ya seni ilahi aşka ulaştıracak beşeri bulmak için uğraş, ter dök, ya da ne biliyim ayak yoluna git de bi su dök…

-bende İlahi aşka ulaşmak istiyorum.

-ama önce beşeri aşktan geç!

-nasıl olacak o iş?

-ilk olarak kendine bir eş seç!

-cinsiyet fark eder mi?

-!!!

neyse kendimce güzel bir eş seçtim

cesaretimi toplayıp karşına geçtim

ama bir şey eksik gibi ya

kız yoksa ağma mı?

yok canım başkalarını görüyor da…

hadi be yoksa görünmez felan mı oldum?

o kadar uğraştım da yüzüme bile bakmadı

sevgili edinmek düşündüğümden de zormuş

bu tarafa bakacak da

beni fark edecek de

fark etmekle kalmayıp üstüne üstlük benden hoşlanacak da

bende onun benden hoşlandığını anlayıp ona teklif edeceğim de

eğer ki o da teklifimi kabul ederse sevgili olacağız da

sonra birbirimizden ayrı düşeceğiz de

aşk acısı çekeceğiz de

sonra da ben aşkın mertebelerinde yükseleceğim…

hele bir de sevdiğin popülerse de’ler da’lar bitmez

zamane aşkları dedim ya azizim beş para etmez

ömrü de çok kısadır, bir ay ya gider ya da gitmez

devran bozulmuş bi kere düzeltme gücümüz yetmez

beşeri aşkı yaşamadan neden sana ulaşamam ey Yaradan?

yoksa, önce anlamalı mıyım aşkın kalpte açacağı yaradan?

üstadım şu ahir zaman da,

ya seni ilahi aşka ulaştıracak beşeri bulmak için uğraş, ter dök, ya da ne biliyim ayak yoluna git de bi su dök…

Sürur-u Firari

başın hicretini ayaklar eder
ben yürürüm
ve topuklarımda acziyet biter


gökyüzü duvarın ardına saklanır
kaldırım taşları süslenir
kiraz ağacını kaçırır bir kuş
bulutlar heyecanlanır
göz göze geldikçe
donarlar
güneş kulağıma fısıldar
bağırsam ki duyulmaz
rüzgar bir kulağımdan girer
bir kulağımdan çıkar


bilek güreşleri yapılır tel tel
buhar postaları yerini bulur
sahteler sahtelenir
kişiler kişilenir


ben yine üflerim kanımla beraber
karıncalar bu mevsimde vahşidir
ben yürürüm
topuklarımda mazlum sesleri.


[28/06/2011]