15 Ağustos 2011 Pazartesi

Hepsi Bu

Bugün ben alnımı yardım ya da alnım kendi yarıldı,  korkarım bunu asla bilemeyeceğiz. Sonra alnıma dikiş attılar. Özetle bugün, bir yaz günü en güzel şekilde nasıl geçirilebilir sorusuna tatmin edici cevaplar verdim.

Özendiğim bir insan kümesi var, böyle yaralanma, düşme; kan, yara, çizik olaylarını çok normal karşılayan insanlar. Ne zaman böyle bir insan görsem hiçbir şey demedim fakat şimdi diyorum ki: gerçekten kocaman zamanları olmuş. Ben yaralandım ya bugün bu bana ancak bir dahaki senede "seneye de giyersin" denilerek alınabilecek bir gömlek kadar büyük geldi. Halbuki ufacık bir şey, cidden, fakat; hani yıllarca ciğerleriyle dost bir adam bir gün sigaraya başlar, durumu hiç de iç açıcı olmayan bir durumdur ama adam sevinçlidir, böyle mutluluk dese abartı sevinç dese tam oturmuyor kıvamında bir duygu olur ya içinde, bende de öyle bir şey var. Alnım yarıldığı için, dikiş atıldığı için, pansuman yapılacağı için, dikişler alınacağı için ve bu süreçte acılar ve ağrılar az da olsa olacağı için o bahsettiğim tatlı duygu var içimde. Yanılmıyorsam Dostoyevski, Yeraltından Notlar'ında buna yakın bir şeyden bahsediyordu: kendi hastalıklarıyla övünmek. Fakat tam da bilemiyorum o kitabı hiç bitiremedim. Ne bileyim, daha beni arı sokmadı, serum desen iki oldu, işte bir de dikiş var, iğneler oldu biraz yine ama söylemek istediğim, canım çekmiyor değil bunları. Hani bu kadar ter döküyorum burada da bağlamak istediğim yer şu: hakikaten zamanım olmamış.
Bu yaşa gelene kadar düşünecek çok zamanım oldu. Evet, fakat bunu bir övünç öğesi olarak söylemiyorum. Düşündüm dediysem tefekkür ettim demedim. Hayır, neyi düşündüm diye düşünüyorum, bak yine düşünüyorum. Ayrıca ben çok değiştim okuyucu. Çok yani, miktar olarak. Hani bir söz vardır değişimle ilgili bilir misin? Evet evet o / Neyse boş ver ben de unuttum.
Kusura bakma bu arada ben amatör bir egoist gibi boyuna kendimden bahsediyorum fakat burası benim dünyam, karşımda kimse yok, okur denen bir duvara anlatıyorum ben bunları diye varsayıyorum. Sen sakın alınma okuyucu, sen duvar değilsin ama ben varsayım yaparım. Ve ben seni rahatsız etmek de istemem. Eğer rahatsız olduysan -sebebi önemsiz- bu yazıyı okumayı burada kes, yazının başına dön, üç cümle oku ve bittiğini varsay -bu tekniği tüm yazılarımda kullanabilirsin-. Evet kendimden bahsetmek diyordum fakat ben okur tanımını yaparken, yazar tanımını yapmadım. Yazar nedir? Yazar, 'duvarların dili olsa da konuşsa' duasının kabulünden sonra dillenen duvarların kendi kendine konuşmalarını havada taşıyan hava zerreleridir. Hatta ek iş olarak da dillenen duvarların ses yansıtıcılığını yaparlar, kah duvar olarak, kah duvar olmayarak, tek fark, onlar dilsizdirler. Neyse hani bahsetmek kendimden yeniyetmebiregoistmişçesinefilan... İnsan, sevdiğinden başkasına neden kendinden bahsetmek ister ki, değil mi? Neden kendimden bahsetmek mi? Sebebi belli olmuyor mu? Burada bir adam, Raif Bey'ce ölmek istemiyor, hepsi bu.

Böyleyken böyle aziz okuyucu. Anna'ya ayıp ederek esirgeyen ve bağışlayan Rabbin adıyla başlayamadık yazıya. Ama Anna adına Rabbimden, esirgeyen ve bağışlayan Rabbimden, isyan ettirecek acıları def, terakki ettirecek acıları gergef etmesini istiyorum. İsteyen buyursun.